Şubat Ayı Dikkat Çeken Yargıtay Kararları
T.C. Yargıtay Büyük Genel Kurulu 2018/4 E. 2020/2 K. RG Sayı : 31386 05/02/2021
I. GİRİŞ
A. İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KONUSUNDAKİ BAŞVURU
Av. T. D. Ve Av. H. Ö. D. tarafından sunulan 08.11.2017 havale tarihli dilekçe ile, davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi olan davalarda, davacının yatırması gereken peşin karar ve ilam harcının miktar ve niteliğine ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından geçmişte verilen karar ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay hukuk daireleri tarafından verilen kararlar arasında meydana gelen içtihat aykırılığının içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesi talep edilmiştir.
B. YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIK KURULUNUN KARARI VE İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSU
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 04.10.2018 tarihli ve 282 sayılı kararı ile “Davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi olan davalarda, davacının yatırması gereken peşin karar ve ilam harcının miktar ve niteliği konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararları ile 20. Hukuk Dairesi kararları arasında görüş aykırılığı bulunduğu ve farklı uygulamaların sürdürüldüğü sonucuna varıldığından; aykırılığın İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca giderilmesi gerektiğine” karar verilmiştir.
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 24.12.2019 tarihli ve 409 sayılı kararı ile içtihadı birleştirmenin konusu Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında “Davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcının yeterli olup olmadığı, böyle bir davanın kısmi dava olarak açılması ve ıslah yapılmak suretiyle dava değerinin arttırılması hâlinde, ıslah edilen miktar için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği ayrıca; bu tür bir davanın belirsiz alacak davası olarak açılması hâlinde, alacağın sonradan belirlenen miktarı için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği” olarak değiştirilmesine oy birliği ile karar verilmiştir.
C. GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLAR
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 03.11.2010 tarihli 2010/10-550 E., 2010/561 K.; 04.12.2013 tarihli ve 2013/21-445 E., 2013/1625 K. sayılı kararları ile Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 26.01.2016 tarihli ve 2015/14883 E., 2016/1001 K.; 23.02.2016 tarihli ve 2015/15672 E., 2016/2123 K.; 06.04.2017 tarihli ve 2016/8533 E., 2017/2918 K. sayılı kararları.
D. GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU YARGITAY HUKUK GENEL KURULUNUN VE YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİNİN GÖRÜŞLERİNİN ÖZETLERİ
1. Yirminci Hukuk Dairesinin Görüşü:
Davacının kendisi harçtan muaf olmadıkça, dava açarken başvuru harcı ile birlikte maktu harcı veya dava nispi harca tabi ise dava dilekçesinde gösterdiği değer üzerinden hesaplanacak nispi karar ve ilam harcının 1/4 ünü peşin ödemesi, peşin harç ödenmeden dava açılmış ise, Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi hükmü uyarınca yalnızca o celse için yargılamaya devam edilmesi ve davacı tarafa peşin harcı ödemesi için kesin süre verilmesi, verilen süre içinde harç yatırılmadığı takdirde dava dosyasının işlemden kaldırılması gerektiği, Dairece verilen 26.01.2016 tarihli ve 2015/14883 E, 2016/1001 K.; 23.02.2016 tarihli ve 2015/15672 E., 2016/2123 K.; 06.04.2017 tarihli ve 2016/8533 E., 2017/2918 K. sayılı kararlarda davaların kısmi dava olarak açıldığı, daha sonra ıslah ile değerlerinin yükseltildiği, davalı taraf harçtan muaf olsa bile ıslah ile dava değerinin artırılması hâlinde, artırılan dava değeri üzerinden bakiye nispi karar ve ilam harcının alınması gerektiği, bakiye nispi karar ve ilam harcının ödenmemesi hâlinde müteakip işlemlerin yapılmasına olanak bulunmadığının kabul edildiği, sözü edilen bozma kararlarının Harçlar Kanunu hükümlerine ve Yargıtay uygulamalarına uygun olduğu gibi hâlen de aynı uygulamanın Dairece sürdürüldüğü, bir daire kararı ile Hukuk Genel Kurulu veya diğer daire kararları arasında İçtihat uyuşmazlığı bulunduğundan söz edilebilmesi ve içtihatların birleştirilmesinin istenebilmesi için öncelikle aralarında içtihat aykırılığı bulunduğu öne sürülen kararların, aynı konuya ilişkin olması, kesinleşmesi ve uzun süre aynı şekilde uygulanarak istikrar kazanmış olmasının gerektiği, somut olayda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca bir kez arızi olarak verildiği anlaşılan istikrar kazanmayan karar gerekçe gösterilerek içtihadın birleştirilmesi istenildiğinden içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmesine gerek bulunmadığı yönünde görüş verilmiştir.
2. Hukuk Genel Kurulunun Görüşü:
Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin karar ve ilam harcının (ıslah harcı), belirlenen dava değerine göre tamamlanması gerektiğine ilişkili 26.01.2016 tarihli ve 2015/14883 E., 2016/1001 K.; 23.02.2016 tarihli ve 2015/15672 E., 2016/2123 K.; 12.12.2016 tarihli ve 2015/16214 E., 2016/12014 K.; 06.04.2017 tarihli ve 2016/8533 E., 2017/2918 K. sayılı kararları ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, davalının harçtan muaf olduğu gözetildiğinde, dava açılırken davacı tarafından yatırılan maktu harç, her hâlükârda Harçlar Kanunu’nun 28. maddesi uyarınca dava sonunda alınması gereken karar ve ilam haremin tamamım karşılamakla, ikmali gereken harç bulunmadığı gibi; sonuçta hükmedilecek bakiye karar ve ilam harcı da bulunmadığına ilişkin 03.11.2010 tarihli 2010/10-550 E., 2010/561 K. arasında farklılığın mevcut olduğu; ayrıca Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 03.11.2010 tarihli 2010/10-550 E., 2010/561 K. sayılı kararı ile karar ve ilam harcının (ıslah harcı) belirlenen dava değerine göre tamamlanması gerektiğine ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.12.2013 tarihli ve 2013/21-445 E., 2013/1625 K. sayılı kararları arasında da farklılık görüldüğünden içtihatların birleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
II. ÖN SORUN
İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu, Yargıtay Birinci Başkanlığınca belirlenen konuyu görüşmek üzere 16.10.2020 tarihinde toplanmış, raportör üye R. T. tarafından hazırlanan rapor okunduktan sonra işin esasına geçilmeden önce, içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerekmesi ve Yargıtayın Özel Dairelerinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden Hukuk Genel Kurulunun sadece 03,11.2010 tarihli ve 2010/10-550 E., 2010/561 K. sayılı kararının bulunması karşısında, içtihatların birleştirilmesine yer olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmıştır.
III. GEREKÇE
Ön sorunun çözümü için içtihadı birleştirme kararlarının özelliklerine değinmekte yarar bulunmaktadır.
Yargıtay içtihatları birleştirme kararları (İBK) kaynağını, Yargıtay Kanunumun 45. maddesinden almaktadır. Sadece Türk Hukukuna özgü olan ve ilk defa 834 sayılı Mahkeme-i Temyiz Kanununda yapılan değişiklikle, temyiz daireleri kararları arasında yeni kanunların uygulanması dolayısıyla çıkabilecek ihtilâfları çözmek üzere tevhidi içtihat/içtihat birleştirme müessesesi kabul edilmiş ve sonraki değişikliklerde de hep muhafaza edilmiştir (Bilge, N.: Yargıtay Kurullarında Gelişme ve Reform, AÜHFD, s. 311, yöneliş BMM Zabıt Ceridesi 1926, sıra: 150).
İBK kararları kesin olup aleyhine yargı yoluna başvurulamaz (Yargıtay K. m. 16/son). Diğer yargı mercilerini bağlar (Yargıtay K. m. 45/5).
İçtihadı birleştirme kararları nitelik olarak, diğer yargı kararlarının üzerinde ve tüm yargı organlarını bağlayan özelliği itibariyle, yargısal kararlardan çok, yasama işlevine yakın ve bir kural koyucu işlem niteliğindedir (Gözler, K.: Hukuka Giriş, s. 341).
İBK, somut bir dava veya uyuşmazlıkla ilgili olmayıp, İBK ile aynı tür uyuşmazlıkların tümü için geçerli soyut ve genel nitelikte kurallar konulmalıdır. Zira, İBK’nın temel amacı hukukta birliği ve bütünlüğü sağlamaktır. Öte yandan İBK konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı ve sonuçları itibariyle bağlayıcı nitelikte kararlardır (YHGK, 20.02.1963 T. 4/71-21).
İçtihadı birleştirme kararı alındığı andan itibaren uygulanmaya başlayacağı gibi geçmişe yürümeyeceği başka bir deyişle kesinleşmiş kararları etkilemeyeceği açıktır.
Ayrıca içtihatları birleştirme kararlarının alınmasının ön koşulu, Yargıtay Daireleri ve Hukuk Genel Kurulunun belli bir konuya ilişkin görüş ve kabullerinin kararlı ve sürekli biçimde içtihatlarını ortaya koymaları ve bu yönün uygulamada kesinlik kazanmasıdır. Bir başka anlatımla içtihatların birleştirilmesine konu Yargıtay Özel Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu kararlarında istikrar kazanan bir uygulama bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla Yargıtay Özel Dairelerince ve Hukuk Genel Kurulunca salt somut uyuşmazlığa ilişkin verilen ve istikrar kazanmayan farklı kararların varlığı içtihatların birleştirilmesine gerekçe olamayacaktır.
İçtihadı birleştirme kararlarının niteliği belirtildikten sonra tespit edilen ön sorunun değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
Bu kapsamda içtihat farklılığı olduğu belirtilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve 20. Hukuk Dairesinin kararları incelendiğinde, Hukuk Genel Kurulunun 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-550 E., 2010/561 K. sayılı kararında, davalısı harçtan muaf olan davalarda, davanın davacı lehine sonuçlanması hâlinde, mahkemece peşin alınan karar ve ilam harcının davacıya iade edileceği ve bu durumda davacının harç ödeme yükümlülüğünün bulunmayacağı, davanın kısmen veya tamamen reddi hâlinde ise, alınması gereken karar ve ilam harcının maktu red harcından daha fazla olamayacağı, bu nedenle, Harçlar Kanunu’nun 28. maddesi uyarınca, “karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir” hükmü uyarınca sonuçta burada alınması gereken harç maktu olup, nispi olmadığından alınacak peşin harç miktarının da en fazla maktu harç miktarı kadar olabileceği, aksine bir yaklaşımla, davanın niteliği gereği nispi harca tabi davalardan olduğu gerekçesiyle, davacıyı yargılamanın başında yukarıda sözü edilen madde hükmüne aykırı olarak yargılamanın sonunda yükümlü tutulacağı harç miktarından daha fazla harcı yatırmakla yükümlü tutmanın ve yatırması hâlinde dava sonunda alınması gereken maktu karar ve ilam harcını bu miktardan mahsup ederek bakiyesinin istek hâlinde davacıya iadesine karar vermenin ya da bu miktar yatırılmadığı takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına hükmetmenin, Harçlar Kanunu’nun 28. maddesinin lafzı ve ruhu ile çelişeceği gibi Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının da ihlali niteliğinde olacağı belirtilmek suretiyle davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcının yeterli olduğu sonucuna varılmıştır.
Hukuk Genel Kurulunun 04.12.2013 tarihli ve 2013/21-445 E., 2013/1625 K. sayılı kararında ise, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun “Nispi harçlarda ödeme zamanı” başlığını taşıyan 28/1. maddesinin (a) bendinde nispi harçlarda karar ve ilam harcının ödeme zamanının düzenlendiği, ilgili bendin “Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir” hükmünü taşıdığı, Harçlar Kanunu’nun 32. maddesinin birinci cümlesinde “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz” düzenlemesinin yer aldığı, bu hükmün, itiraz yoluyla Anayasaya aykırılığının, yerel mahkemelerce ileri sürülmesi üzerine, Anayasa Mahkemesinin 17.03.2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 2009/27 E., 2010/9 K. sayılı kararı ile, 492 sayılı Kanun’un 32. maddesinin birinci cümlesinin Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın (iptal isteminin) reddine karar verildiği, Harçlar Kanunu’nun 32. maddesi hükmünce, yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılamayacağından, ıslah edilen miktar yönünden bakiye nispi karar ve ilam harcı ödenmeksizin sonraki işlemlerin yapılmasına olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 26.01.2016 tarihli ve 2015/14883 E., 2016/1001 K.; 23.02.2016 tarihli ve 2015/15672 E, 2016/2123 K. ve 06.04.2017 tarihli ve 2016/8533 E., 2017/2918 K. sayılı kararlarında, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkin davaların nispi harca tâbi olduğu, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 32. maddesinin birinci cümlesinde “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz.” hükmüne yer verildiği, Harçlar Kanunu’nda, harç alınması veya tamamlanmasının tarafların isteğine bırakılmadığı, değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (resen) gözetilmesinin hükme bağlandığı ve yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağının vurgulandığı, yargılama aşamasında taraflardan her birinin, yapmış olduğu usûl işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, kural olarak ıslah işlemi harca tabi bir işlem olup ıslah edilen husus, değer artırımı ise nispi tarifeye göre, değilse maktu harç yatırılması gerektiği, nispi karar ve ilâm harcına tabi davalarda davalı taraf harçtan muaf olsa dahi ıslah ile dava değerinin artırılması hâlinde artan dava değeri üzerinden karar ve ilâm harcının tamamlanması (ıslah harcı) gerektiği belirtilmiştir.
İçtihadı birleştirmeye konu uyuşmazlık yukarıda belirtilen şekilde gerçekleşmekle birlikte önemle belirtilmelidir ki; davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcının yeterli olduğu konusunda Hukuk Genel Kurulunun 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-550 E., 2010/561 K. sayılı kararı dışında başkaca bir kararın bulunmadığı ve Hukuk Genel Kurulunca ya da Yargıtay Özel Dairelerince istikrar kazanmış uygulama hâlini almadığı, içtihatların birleştirilmesinin ön koşulunun, Yargıtay daireleri ve Hukuk Genel Kurulunun belli bir konuya ilişkin görüş ve kabullerinin kararlı ve sürekli biçimde içtihatlarım ortaya koymaları ve bu yönün uygulamada kesinlik kazanmasının olduğu, mevcut içtihadı birleştirme konusunun bu özellikleri taşımadığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında “Davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcının yeterli olup olmadığı, böyle bir davanın kısmi dava olarak açılması ve ıslah yapılmak suretiyle dava değerinin arttırılması hâlinde, ıslah edilen miktar için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği ayrıca; bu tür bir davanın belirsiz alacak davası olarak açılması hâlinde, alacağın sonradan belirlenen miktarı için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği” konusunda içtihatların birleştirilmesi talep edilmiş ise de; içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerekmesi ve Yargıtayın Özel Dairelerinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sadece 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-550 E., 2020/561 K. sayılı kararının bulunması ve henüz istikrar kazanmamış olması karşısında, içtihatların birleştirilmesine yer olmadığı sonucuna varılmıştır.
IV. SONUÇ
İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunda ön sorun hakkında yapılan görüşmeler sonunda, “Davalı tarafın harçtan muaf olduğu nispi karar ve ilam harcına tabi bir davada, dava açılırken yatırılan maktu karar ve ilam harcının yeterli olup olmadığı, böyle bir davanın kısmi dava olarak açılması ve ıslah yapılmak suretiyle dava değerinin arttırılması hâlinde, ıslah edilen miktar için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği ayrıca; bu tür bir davanın belirsiz alacak davası olarak açılması hâlinde, alacağın sonradan belirlenen miktarı için nispi karar ve ilam harcının tamamlanmasının gerekip gerekmediği” konusunda içtihatların birleştirilmesi talep edilmiş ise de, içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerekmesi ve Yargılayın Özel Dairelerinin yerleşmiş kararlarına aykırılık teşkil eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sadece 03.11.2010 tarihli ve 2010/10-550 E., 2020/561 K. sayılı kararının bulunması ve henüz istikrar kazanmamış olması karşısında, içtihatların birleştirilmesine yer olmadığına 16.10.2020 tarihinde birinci görüşmede oy birliği ile karar verilmiştir.
T.C. Yargıtay 4. HD 2020/1018 E. 2020/4603 K. RG Sayı : 31390 09/02/2021
Dava: Davacı Z… Turz. Taş. Yat. San. ve Tic. Ltd. Şti. vekili Avukat G.H. tarafından, davalılar C.H. ve N.H. aleyhine 19/10/2017 gününde verilen dilekçe ile itirazın iptali istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; 08/05/2018 günlü davanın usulden reddine ilişkin karara yönelik olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kanun yararına bozma talep edilmesin üzerine kanun yararına bozma istemine ilişkin talebin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Karar: Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesi kapsamında açılan itirazın iptali istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince davanın usulden reddine dair verilen hüküm hakkında davacının başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesinde; dava konusu edilen ve karara bağlanan miktar, kararın verildiği tarih itibarı ile öngörülen kesinlik sınırının altında kaldığından istinaf başvurusunun HMK’nın 352. maddesi uyarınca reddine kesin olarak karar verilmiştir.
Davacı vekili, olay tarihinde davalılardan N.H.’in maliki olduğu diğer davalı C.H.’in sevk ve idaresindeki araç ile müvekkili şirketin aracına çarptığını ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiğini, meydana gelen kazada davalı araç sürücüsünün asli ve tam kusurlu olduğunu, kaza neticesinde müvekkili şirketin aracının hasar gördüğünü, araçta değer ve şirket için kazanç kaybı oluştuğunu, bu nedenle davalılar hakkında icra takibi başlatıldığını, davalıların itirazı üzerine takibin durduğunu belirterek davalı borçlular tarafından yapılan itirazın iptali ile takibin devamına, davalı borçluların icra inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar, davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.
İlk derece mahkemesince, davalıların dava konusu borca, fer’ilerine ve başlatılan icra takibindeki yetkiye süresi içerisinde itiraz ettiği, davalı-borçluların adresinin Kocaeli olması nedeniyle aynı yer İcra Dairelerinin mahkemelerinin yetkisi içerisinde olduğu, bu nedenle yetki itirazlarının yerinde olduğu, HMK’nın 6. maddesi gereğince davalıların son yerleşim yeri itibariyle usulüne uygun olarak yapılmış bir icra takibi bulunmadığı, itirazın iptali davalarının görülebilmesi için yetkili icra dairesinde takip yapılması gerektiği, bunun dava şartı olduğu gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir. Karara karşı davacı tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesinde; dava konusu edilen ve karara bağlanan miktar, kararın verildiği tarih itibarı ile öngörülen kesinlik sınırının altında kaldığından istinaf başvurusunun HMK’nın 352. maddesi uyarınca reddine kesin olarak karar verilmiştir.
Adalet Bakanlığının talebi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, kararın kanun yararına bozulmasını istemiştir.
İİK’nın yetkiyi düzenleyen 50. maddesinin birinci fıkrasında, “Para veya teminat borcu için takip hususunda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ’nun yetkiye dair hükümleri kıyas yolu ile tatbik olunur.” hükmü, 6100 sayılı HMK’nın genel yetkiyi düzenleyen 6. maddesinin birinci fıkrasında ise, “Genel yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir.” hükmü yer almaktadır. Aynı Kanun’un 16. maddesinde ise “Haksız fiilden doğan davalarda, haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.” hükmü düzenlenmiştir. Bir davada, birden fazla genel ve özel yetkili mahkeme varsa davacı bu mahkemelerden birinde dava açmak hususunda seçimlik hakka sahiptir.
Açılan davada, davacı şirketin malik olduğu araca davalının aracıyla tam kusurlu olarak çarpması neticesinde meydana gelen araçtaki değer kaybı ile şirketin gelir kaybının tazmini için yapılan icra takibine davalıların haksız olarak itiraz ettiği belirtilerek itirazın iptaliyle inkar tazminatına karar verilmesinin talep edildiği, mahkemece icra takibinin yetkisiz yerde yapılması nedeniyle davanın usulden reddine karar verildiği ve kararın kesin olduğu anlaşılmıştır.
Somut olayda, davanın konusu trafik kazasından dolayısıyla haksız fiilden kaynaklanmaktadır. Davaya konu olay Kartepe/Kocaeli’de meydana gelmiş olup davalıların yerleşim yeri adresi de Kartepe/ Kocaeli’dir. Davacının yerleşim yeri adresi ise Şişli/ İstanbul olup, davacı HMK’nın 16. maddesi gereğince seçimlik hakkını kullanarak zarar gören olarak kendi yerleşim yeri İstanbul İcra Dairesinde icra takibi yapmış ve aynı yer mahkemesinde itirazın iptali davası açmıştır.
Şu durumda mahkemece, davalı tarafın yetki itirazının reddi ile taraf delillerinin toplanıp işin esasına girilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulüne karar vermek gerekmiştir.
Sonuç: Yukarıda gösterilen nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile; 6100 sayılı HMK’nın 363. maddesi uyarınca İstanbul 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 08/05/2018 günlü 2017/443 Esas ve 2018/193 Karar sayılı hükmünün, hukuki sonuçlarına etkili olmamak kaydı ile kanun yararına BOZULMASINA; kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına ve dosyanın gereği yapılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine 23/12/2020 gününde oybirliği ile karar verildi.
T.C. Yargıtay 12. HD 2020/6546 E. 2020/10223 K. RG Sayı: 31397 16/02/2021
Dava ve Karar: Yukarıda tarih ve numarası yazılı kararın kanun yararına temyizen tetkiki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi M. Ö. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Şikayetçi vekili tarafından, 25/12/2018 tarihli ihalenin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurulduğu Mahkemece; şikayetin yasal 7 günlük süre içerisinde yapılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, şikayetçi tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi tarafından, ilk derece mahkemesi kararının süresi geçmiş bir şikayete ve kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle, istinaf başvurusunun usulden reddine kesin olarak karar verildiği görülmüştür.
2004 sayılı İİK’nun 134/2. maddesinde; “İhalenin feshini, Borçlar Kanunu’nun 226. maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere yalnız satış isteyen alacaklı, borçlu, tapu sicilindeki ilgililer ve pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla icra mahkemesinden şikayet yoluyla ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde isteyebilirler” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, ihalenin feshini isteme süresi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 281. maddesindeki (mülga 818 sayılı BK.’nun 226.maddesi) yazılı sebepler de dahil olmak üzere yedi gündür. Anılan süre hak düşürücü nitelikte olup, icra mahkemesi tarafından re’sen nazara alınmalıdır.
Somut olayda; şikayet dilekçesinin, 31/12/2018 tarihinde Dinar Asliye Hukuk Mahkemesine sunulduğu, 2018/510 Muhabere kaydı aldığı harç ve giderlerin yine 31/12/2018 tarihinde Dinar Mahkemeler Veznesine ödendiği, dolayısıyla 25/12/2018 tarihinde yapılan ihalenin feshi isteminin (31/12/2018 tarihinde) yasal süresinde yapıldığı anlaşılmaktadır.
Kaldı ki; istinaf başvuru dilekçesi ekindeki Dinar Asliye Hukuk Mahkemesi Yazı İşleri Müdürü tarafından tutulan 24/04/2019 tarihli tutanakta da; M. Ç. vekili Av. K. B.’in mahkemeye sunmuş olduğu dilekçesinin, dava açılış dilekçesi olarak 31/12/2018 tarihinde UYAP sistemine kaydedildiği belirtilmiştir.
O halde ilk derece mahkemesince; ihalenin feshi isteminin yasal süresinde yapıldığı gözetilerek işin esası incelenip oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup bölge adliye mahkemesi kararının kaldırılması, ilk derece mahkemesi kararının kanun yararına bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına başvurduğu temyiz talebinin kabulü ile yukarıda açıklanan nedenlerle Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi’nin 17/06/2019 tarih ve 2019/1494 E. – 2019/1745 K. sayılı kararının (KALDIRILMASINA), Antalya 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 08/03/2019 tarih ve 2019/132 E. – 2019/326 K. sayılı kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 363/2. maddesi gereğince kanun yararına (BOZULMASINA), aynı fıkra uyarınca bozmanın hükmün hukuki sonuçlarını kaldırmayacağına, bozma kararının bir örneğinin Resmi Gazetede yayınlanması için Adalet Bakanlığına gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 07/12/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C. Yargıtay 12. HD 2020/6547 E. 2020/10225 K. RG Sayı: 31400 19/02/2021
Dava ve Karar: Yukarıda tarih ve numarası yazılı kararın kanun yararına temyizen tetkiki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Şikayetçi vekili tarafından, Ankara 22. İcra Müdürlüğünün 2013/206 D. İş sayılı dosyasından yapılan keşif üzerine düzenlenen 18/07/2018 tarihli bilirkişi raporundaki değerin düşük takdir edildiği gerekçesiyle yeniden kıymet takdiri yapılması istemiyle icra mahkemesine başvurulduğu Mahkemece; şikayetin yasal 7 günlük süre içerisinde yapılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, şikayetçi tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 18. Hukuk Dairesi tarafından, ilk derece mahkemesi kararının istinaf yoluna başvurulabilecek kararlardan olmadığı, kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle, istinaf dilekçesinin reddine kesin olarak karar verildiği görülmüştür.
2004 sayılı İİK’nun 128/a. maddesinde; “Kıymet takdirinin tebliğ edildiği ilgililer, raporun tebliğinden itibaren yedi gün içinde raporu düzenleten icra dairesinin bulunduğu yerdeki icra mahkemesinde şikâyette bulunabilirler.” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre, kıymet takdirine yönelik şikayet süresi, yedi gündür. Anılan süre hak düşürücü nitelikte olup, icra mahkemesi tarafından re’sen nazara alınmalıdır.
Somut olayda; şikayete konu bilirkişi raporunun şikayetçi vekiline e-tebligat yolu ile tebliğ edildiği, tebligatın 17/07/2019 günü saat 07:36’da hesaba başarılı bir şekilde konulduğu, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 7/a maddesine göre elektronik yolla tebligatın, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılacağı, yine Elektronik Tebligat Yönetmeliği’nin 9/6. maddesinde de benzer düzenlemeye yer verildiği buna göre 17/07/2019 tarihinde hesaba konulan tebligatın 22/07/2019 gününün sonunda yapıldığı dolayısıyla 29/07/2019 tarihinde yapılan şikayetin yasal süresinde olduğu anlaşılmaktadır.
O halde ilk derece mahkemesince; şikayetin yasal süresinde yapıldığı gözetilerek işin esası incelenip oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup bölge adliye mahkemesi kararının kaldırılması, ilk derece mahkemesi kararının kanun yararına bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına başvurduğu temyiz talebinin kabulü ile yukarıda açıklanan nedenlerle Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 18. Hukuk Dairesi’nin 30/12/2019 tarih ve 2019/3154 E. – 2019/2391 K. sayılı kararının (kaldırılmasına), Ankara 7. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 07/08/2019 tarih ve 2019/1039 E. – 2019/1143 K. sayılı kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 363/2. maddesi gereğince kanun yararına BOZULMASINA, aynı fıkra uyarınca bozmanın hükmün hukuki sonuçlarını kaldırmayacağına, bozma kararının bir örneğinin Resmi Gazetede yayınlanması için Adalet Bakanlığına gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 07.12.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.