COVID-19 Virüs Salgınının Şirketlere Olan Hukuki Etkileri
COVID-19 virüs salgınının şirketlere olan hukuki etkileri, Çin’in Wuhan kentinde 2019 yılının sonlarında ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan COVID-19 virüsünün sebep olduğu salgın, küresel ölçekte olumsuz etkiler yaratmıştır.
Virüsün insandan insana bulaştığının tespit edildiği Ocak 2020’den beri hükümetler, salgının yayılmasını önlemek için bir takım önlemler alsalar da salgının bilançosu gün geçtikçe ağırlaşmaya devam etmiş ve Dünya Sağlık Örgütü, 11 Mart’ta hastalığı, pandemi olarak ilan etmiştir. Pandemi ilanının ardından, alınan tedbirler de sıkılaştırılmış, insanlar salgının yayılmasını önlemek için evlerine kapanmış, pek çok ülke ise sokağa çıkma yasağı ilan etmiştir. Dünya çapında ulaşımın, eğitimin, ticaretin, sanayinin, spor müsabakalarının, kültür-sanat faaliyetlerinin süresiz şekilde durdurulması, ertelenmesi veya sınırlanması ile birlikte insan ilişkileri ve günlük rutinler de bu sınırlamadan etkilenmiştir. Salgının hayatı durma noktasına getirmesi küresel anlamda birey-birey, birey-şirket, şirket-şirket, şirket-kamu arasındaki hukuki işlemlerin de yeniden ele alınmasına ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur.
Özellikle devam eden ticari faaliyetler açısından COVID-19’un hukuki sonuçları son derece önem arz etmektedir. Zira bu durum, hukuki ilişkilerde karşılıklı hak ve yükümlülüklerin yerine getirilmesini imkansızlaştırmakta, geciktirmekte ya da güçleştirmektedir. Bundan kaynaklanan mali zararın hangi tarafa ait olacağı hususu ise şirketlerin belirsiz bir sürece girmesine neden olmakta ve gerek ulusal gerekse uluslararası ekonomiyi tehdit etmektedir.
Türk Borçlar Hukuku (TBK) prensiplerine göre, COVID-19’un sözleşmelere etkisi yarattığı sonuçlara göre belirlenecektir.
Zira, COVID-19 sebebiyle Tarafların arasındaki ilişkide edimlerin yerine getirilmesi tamamen veya kısmen imkânsız haline gelmiş ise, bir başka deyişle taraflar artık bu ilişkide kendilerinden kaynaklı nedenlerle edimlerini yerine getiremeyecek hale geldiyse bir ifa imkansızlığından (TBK m. 136-137) bahsedilecek ve borcun sona erdiği kabul edilecektir.
Öte yandan sözleşmede veya ticari ilişkide tarafların yükümlülüklerinin yerine getirilmesi mümkün olmakla birlikte bu hususun devamını sağlamak aşırı şekilde güçleşmiş ise ortaya aşırı ifa güçlüğü çıkacaktır (TBK m. 138). Bu durumda sözleşme şartlarının yeni koşullara uyarlanması, bu mümkün olmadığında ise sözleşmeden dönülmesi ya da feshi gündeme gelecektir.
Borçlar Kanunumuzda “aşırı ifa güçlüğü” olarak ifade edilen kavram daha çok mücbir sebep-beklenmedik hal isimleri ile de karşımıza çıkmaktadır. Esasında Kanunda aşırı ifa güçlüğü kavramına TBK 138. Maddede yer verilmiş olsa da buna sebep olan haller kanunda tek tek tanımlanmamıştır. Bu konuda Yüksek Mahkeme[1] mücbir sebep hallerini, “sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü olay, deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler” olarak tanımlayarak bu belirsizliğin yaşanmasının önüne geçmiştir. Bu kapsamda Yüksek Mahkeme kararlarında kabul edilen mücbir sebep durumlarından yola çıkıldığında COVID-19’un bir mücbir sebep olduğu kabul edilebilecektir.
İşte bu noktada, salgının hukuki ilişkilere etkisini incelerken izlememiz gereken metodoloji, sözleşmede mücbir sebep maddesini değerlendirmek, meydana gelen problemi hukuki açıdan doğru tespit etmek ve bu kapsamda her bir olayı kendi çerçevesinde değerlendirerek yükümlülüklerin yerine getirilmesinde imkânsızlık olup olmadığına veya aşırı güçlük yaşanıp yaşanmadığına göre hukuki sonuca ulaşarak çözüm üretmek olmalıdır.
Ticari ilişkiler yanında salgının bir etkisi de işçi-işveren ilişkilerinde olmuştur. Bu süreçte, işçi ve işveren arasındaki dengeyi bozmadan, sürecin en az hasarla atlatılmasını sağlamak adına esnek çalışma koşullarına geçilebilir, mümkünse uzaktan çalışma yapılabilir. Ancak her durumda COVID-19 salgının çalışma koşullarına etkisi işçi-işveren arasında mevcut bir ilişkiyi değiştirmek söz konusu olacağından bu sürecin mutlaka hukuka uygun bir çerçevede yönetilmesi gerekmektedir. Aksi durum, önümüzdeki günlerde iş hukukunda kaynaklanan birçok uyuşmazlığın doğmasına neden olabilecektir.
Öte yandan COVID-19’un ülkemizde görülmeye başlamasıyla birlikte, mevcut sürecin yönetilebilmesi amacıyla çeşitli tedbirler alınmaya ve Kanunlarda değişiklik yapılmaya da başlanmıştır. Yargı alanında dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler gibi idare hukuku, özel hukuk, icra-iflas hukuku ve ceza hukukuna dair süreler 30 Nisan 2020’ye kadar durdurulmuş, telafi çalışması yapma süresi iki aydan dört aya çıkarılmış, işsizlik sigortasına başvurma şartları kolaylaştırılmış, işverenlere asgari ücret desteği sağlanmıştır.
Ayrıca sektör bazında yaşanabilecek sıkıntılarının önüne geçmek adına kredi garanti kurumlarına ilave kaynak sağlanmasının önü açılmış, turizm teşvik mevzuatı kapsamında tahsil edilmesi gereken kira, tahsis, irtifak hakkı gibi bedellerin ödenmesi ertelenmiş, , konaklama ve dijital hizmet vergisinin yürürlük tarihi yeni yıla ötelenmiş, kamu ve bazı özel bankalarca kredi ve taksitlerin ödenmesinde ve vergi ödevleri ertelemeye gidilmiş ve bunun gibi pek çok düzenleme daha yapılarak salgının etkileri azaltılmaya çalışılmıştır.
Yapılan diğer bir değişiklik ise işyeri kira sözleşmelerine ilişkindir. Bu değişikliğe göre, iş yeri kira bedelinin 13 Mart–30 Haziran 2020 tarihleri arasında ödenememesi kira sözleşmesinin feshi ve tahliyesi sebebi olmaktan çıkarılmıştır. Yapılan bu değişiklik ile kamuoyunda kira ücretlerinin ödenmesine gerek kalmadığı şeklinde yanlış bir kanı oluşmuştur. Ancak gerçek durum bu değildir.
Zira kiracıların kira ödeme yükümlülüğü ortadan kalkmamış, kiraların ödenmemesi nedeniyle mal sahiplerinin sadece kira sözleşmesini feshetmesinin ve işyerinin tahliyesini talep edilmesinin önüne geçilmiştir. Kiraya verenlerin kira bedellerini talep etme hakları bakidir. İcar takibi ve dava açma için 30 Nisan 2020’ye kadar durdurulmuş olan kanuni süre sonunda kira borçları kiracılardan talep edilmeye başlanabilecektir.
Gelinen noktada, tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgınında özellikle ticari faaliyetlerine devam eden şirketlerin hukukçular ile birlikte,
- Salgının şirketlerinde yarattığı etkileri ve sonuçlarını tespit etmeleri (ticari sözleşmesel yükümlülükler, işçi-işveren ilişkileri, tedarik zincirlerindeki kırılmalar, kira sözleşmeleri, finansal yükümlülükler, vergi borçları, mevcut dava/takip süreçleri vs)
- Salgın nedeniyle zararın doğmasını engellemek amacıyla gerekli aksiyonları zamanında almaları (sözleşmelerde değişiklik yapılması, ihtarların hazırlanması, dava ve icra takip süreçlerinin 30 Nisan 2020 sonrası için organize edilmesi vs),
- İleride benzer bir durumun yaşanma ihtimaline binaen tüm süreçlerini yeniden gözden geçirilmeleri faydalı olacaktır.
Sağlıklı günler dileğiyle,
Av. Ayça Berker – BERKER BERKER Hukuk Bürosu Kurucu Ortağı